30 Mart 2015 Pazartesi

ŞİFA

CEVAPLAR


18 Mart 2015 Çarşamba

KINALI HASAN'IN MEKTUBU

 
KINALI HASAN’IN MEKTUBU :

Çanakkale’nin köylerinden cepheye giden Hasan’ın öyküsüdür bu. Hasan’ın saçının bir yanı kınalanmıştır. Bunu gören komutanı Hasan'a: “Hiç erkek kınalanır mı?” diye sorar. Hasan da cepheye gelmeden anasının kınaladığnı söyler. Komutan bunun nedenini annesine sormasını söyleyince Hasan anasına mektup yazar.

"Anacığım,
Kardeşlerimi askere gönderirken başlarına kına yakma, mahçup oldum. Zabit efendi bana sordu cevap veremedim.
Niye benim saçımı kınaladın?
Kardeşlerim de cevap veremeyip mahçup olmasınlar.

Oğlun Hasan."

ANNESİNİN HASAN’A YAZDIĞI MEKTUP

"Ey gözümün nuru Hasan’ım,

Köyümüzde rahat rahat oturalım mı? Vatan sevgisi içimizde alev alev yanıyor. Sen ecdadından, babandan aşağı kalamazsın...
Ben, senin anan isem beni ve seni Allah yarattı, vatan büyüttü.
Allah, bu vatan için seni besledi. Bu vatanın ekmeği iliklerinde duruyor.

Sen bu ailenin seçilmiş bir kurbanısın...
Hasan’ım söyle zabit efendiye, bizim köyde kurbanlık ayrılan koyunlar kınalanır. Ben de seni evlatlarımın arasından vatana kurban adadım. Onun için saçını kınalamıştım... El-hükmü billah. Allah, seni İsmail Peygamber’in yolundan ayırmasın. Seni melekler şimdiden rahmetle anacaktır.

Gözlerinden öperim...
Anan Hatice"

(Bu Hasan’ın son mektubudur. Annesinden aldığı mektup ve tamamlayamadığı şiir öldüğünde üzerinde bulunacaktır.)

(Şiir:

“Anam yakmış kınayı adak diye,
Ben de vatan için kurban doğmuşum.
Anamdan Allah’a son bir hediye,
Kumandanım ben İsmail doğmuşum.” )

DUA

SABAH

18 MART ÇANAKKALE ZAFERİ

18 MART 1915

18 MART

13 Mart 2015 Cuma

CUMA

LİMON

EV TEMİZLİĞİNDE LİMONU BAŞ SIRAYA YAZIN!
* Limon da sirke gibi doğal bir kimyasaldır. Aynı şekilde limon ve suyu ile evinizde temizlik yapabilirsiniz.
* Ortadan ikiye kesilmiş limonu su dolu kâsenin içinde odanızın bir köşesine koyun. Havadaki kötü kokular kaybolacaktır.
* Yarım limonu bulaşık makinenizin içine koyun ve öyle yıkayın. Bardak ve tabakların nasılda pırıl pırıl olduğuna şaşıracaksınız.
* Mermer üzerinde sarı lekeler varsa limon ve tuz ile ovalayın. Leke çıkacaktır.(Tuzsuz asla denemeyin, mermerinizde leke bırakır!)
* 2 litre suya 1 çay bardağı sirke ve yarım limon suyu sıkarak hazırlamış olduğunuz karışımla her türlü yüzeyleri silebilirsiniz.
* 1 adet limon suyuna 2 çay kaşığı zeytinyağı karıştırın. Alın size mobilya cilası!
* İnatçı lekelerin üzerine limon sıkın ve 1 saat bekledikten sonra yıkamaya atın. Lekeler çıkacaktır.
* Sirkeyle olduğu gibi et, tavuk kestiğiniz tahtayı limonla ovuşturarak dezenfekte edin.
* Fırının içinde kalan leke ve artıkları çıkarmak istiyorsanız, fırın tepsisinin içine 1 limon suyu sıkın ve dökülmeyecek şekilde su ilave edin. 250 dereceye ayarladığınız fırını 15 dk. Isıtın. Leke ve artıkların kolaylıkla çıktığını göreceksiniz.
* Deri koltuk ve eşyalarınızı limon kabuğu ile ovun. Yeni alınmış gibi görünecektir.
* Kullanmış olduğunuz sıkılmış limonları çöpe atmayın! Lavabolarınızı limonla ovun. Tertemiz olacaktır.
* Pirinç eşyalarınızın daha canlı görünmesini istiyorsanız limon ile ovun.
* Mutfak tezgâhlarını temizlemek için 1 litre suya 1 limon suyu ve 1 tatlı kaşığı tuz atın. Bu karışım ile mutfağınız tertemiz!

CUMA VE SABAH

12 Mart 2015 Perşembe

11 Mart 2015 Çarşamba

AKŞAM

KADINLARIMIZ


 

Şefkatine sığınıp ellerini öpmeğe doyamadığım,
Beni var eden,,doğuran büyüten annem,
Sen ne büyük bir insansın,ne büyük bir kadınsın.
Kendisini yar eyleyip yüreğime bastığım,,
Hayatımı paylaşan,sevda çiçeğim,evlendiğim kadın.
Arkamda bana büyük bir güç veren,
Gülücükler bahçesi,evlerinin şenliği kızlarım,
Kızımız kızlarımız onlarda bizim kadınlarımız,
Hayatın her anında,desteğini bulduğum bacımlarım, 
 Kardeşlerim onlar da bizim kadınlarımız…
Daima bir güç,var oluşun meyvası kadınlarımız,
İnsanlığın,insanların anası kadınlarımız…

Bebeğinin yerine cepheye mermiler taşıyan kadın,
Özgülük uğruna can veren bu bedenler,
Bunlarında kütüğünde yazan kadınlarımız….

Yuvamızın dişi kuşları,
Pişirip ,yetiren sofraya getiren aşımızı,
Çekip çevirip hanede bitirir işlerimizi,
Teninde güller kokan kadınlarımız,
Yüzü ay gibi,gözleri dünya güzeli.
Varlığıyla dolar evler ,sanırsın çiçek bahçesi,
Yokluğu düşürmez ,asla bizi kadınlarımız…

Kadın,can yoldaşı,gönül sırdaşı
Kadın;Ten yoldaşı,kalp ağrısı,
Kadın;insanın hayat arkadaşı,
Bir yastığa baş koyan,yaşam sevdamız,
Geleceği devralacak,nesillerin nesili analarımız…

Kadın eşsiz ,kıymet bilmeli
Paha biçilmez mücevherlerimiz,
Cennet ayakları altında onların,
Bu tariften başka,ne beklenmelidir,
Cenneti müjdecisi değil mi kadınlarımız….

Yar eden Kadın,can eden kadın,
Başarının ne önünde ne de ardında,
Ta içinde bulunur KADINLARIMIZ….

PAYLAŞIRSA

DUA

MUTLULUK

MEKKE'YE

İNSANOĞLU

ÇİNLİLER NEDEN SICAK SU İÇER

Çinliler yanlarında sürekli bardak tipi termoslarda sıcak su, çay taşırlar. Kışın soğuk günlerde, hatta bunaltıcı yaz sıcaklarında bile hep sıcak su içerler. Çin restoranlarına gittiğinizde de masanıza ilk gelen bu hafif çayımsı sıcak su'dur.
Peki Çinliler neden sürekli sıcak su içer?
Vücudumuz için gerekli olan şeylerin %99'unu midemiz sayesinde alıyoruz. Yediklerimiz bizi fiziksel ve ruhsal olarak o kadar çok etkiliyor ki acı yememiz bizi daha agresif, tatlı yememiz ise bizi daha mutlu yapıyor. Hatta bu yüzden bilim adamları midemiz için 2.ci beynimiz diyorlar. Midemize en iyi gelen şey ise sıcak su.
Peki sıcak su bizim için neden iyi?
İşte binlerce yıldır bunun farkında olan Çinliler de her fırsatta sıcak su içiyor.
Midemiz vücudumuzun için bir nevi "fırın" işlevi görüyor. Midemiz yediklerimizi bakteri ve enzimlerle eritmek için ilk önce uygun ısıya getiriyor, yani tekrar ısıtıyor. Soğuk su içmek ise midemizin daha fazla enerji harcamasına neden oluyor. Ve yanında alınan diğer besinlerin sindirimini de zorlaştırıyor. Özellikle yağlar soğuk suda çok daha zor çözünüyor. Çinliler ise yemekten önce ve sonra sıcak su içerek midelerinin extra efor sarfetmesini engelliyor.
Çinliler soğuk içecekler içtiğiniz veya soğuk besinler yediğiniz zaman içsel organların daha fazla büzüldüğüne, mevcut problemleri daha da kötüleştirdiğine inanıyor. Yağlı bir tavayı soğuk suda yıkamaya çalışın. Yağlar donar ve yapışır. Ama aynı tavayı SICAK suda
yıkarsanız, yağı çözer ve uzaklaştırır. Bedenimiz yağları içerir.
Sıcak su sistemimizi temizler.
SICAK SUYUN Faydaları :
1 – Bedenin doğal serinletme sistemini çalıştırır. Bu kan dolaşımında artışa neden olur.
2 – ıç organları ve kaburga kafesinin etrafındaki kasları gevşetir,daha derin nefes almanızı sağlar.
3 - Mide asidi etkilerini rahatlatır ve asit reflu semptomlarını rahatlatır.
4 – Sulanmayı ve besinlerin emilimini artırarak sindirime yardımcı olur.
5 – Kabızlığı giderir.
6 – Kilo verme : yemeklerden yarım saat önce içilen sıcak su iştahı azaltır ve kilo vermeyi hızlandırır. Nefes tekniği ilebirleştirilirse, yağ yakmak için hiper – oksijenlenme sağlar.
7 – Soğuk algınlığı, gripin süresini kısaltır, zatürreyi önler.
NE KADAR ıÇMELı? NE KADAR SICAK OLMALI? NE KADAR SIK ıÇMELı
Günce 3 kez 1 fincan için, kahve sıcaklığında. Daha fazlası daha iyidir.
Denemeye ne dersiniz?
Sabah kalktığınızda siz de güne sıcak su içerek başlamayı deneyin ve vücudunuzun nasıl tepki verdiğini kendiniz deneyimleyin.
Eğer sıcak suyun tadı hoşunuza gitmiyorsa
İçine biraz zencefil, limon, portakal yada kivi dilimi katarak suyunuzu tadlandırabilirsiniz. Yada direkt Çin usülü yeşil çay içebilirsiniz. Afiyet olsun.

SENİ

GÜNAYDIN


*•❀•**•❀•*GÜNAYDIN *•❀ ✸
**•❀•*HAYIRLI SABAHLAR•═(░★░)═•✸
:HAYIRLI ,HUZURLU ,SAĞLIKLI ,MUTLU SEVGİ VE AŞK DOLU •❀•**•❀•* GÜZEL GÜNLERİNİZ OLSUN •❀•* RABBİM YAPACAĞINIZ VE •❀*•❀•* YAPTIĞINIZ ❀•**•❀•* BÜTÜN DUALARINIZI HER •❀••❀•**•❀•* ZAMAN HER •❀•GÜN *•❀•* HER VAKİT HERYERDE •❀•**•❀•* HERAN KABUL*•❀•**•❀•* BUYURSUN •❀•*•❀• ..SEVGİLERİMLE •❀•*•❀• BU GÜZEL GÜNÜ •❀•*•❀EN İYİ ŞEKİLDE YAŞAMANIZI•❀••❀•**•❀•* TEMENNİ
**•VE NİYAZ❀•*EDERİM ALLAHIMDAN•❀•AFYONKARAHİSARLI*•❀•*•❀•HATİCE*•❀•*•❀•*❀•*

DUA

NASIL


Ben bir alıngan çocuğum  ,
Yüreğim Cam kırıklarıyla kaplı,
Bütün duygulardan önce tatdım,
Ayrılık denen sancıyı...


Yaramazsın,diyorlar bana,neden?
Oysa ben alınganım,herkese ben,
Gözyaşlarım içinde saklı,bir bilsen,
Ağlasamda kimse bilmez halimden...


Korkuyorlar,gözümdeki atesten,
Kaçıyorlar,gördüklerinde beni ,
Bırakıyorlar beni tek başıma neden?

Tutmuyorlar sevdiklerim elimden...

Gözümkara uçarım,düşünmeden sevdaya,
Bir yanım uçurum,bir yanım muamma,
Bir yanım çılgın,bir yanım dik yamaçlar,

Böyle de yaşarım,ben de avunur ...

Böyle yapmasam nasıl yaşarım?
Nasıl avuturum, içimdeki çocuğu?
Nasıl ulaşırım ,yıldızlara el değmeden?

Nasıl gezerim,kumsallara dokunmadan?

6 Mart 2015 Cuma

FUTBOL OLAYI

Adam maça gitmiş. Aldığı bilet tribünün en uzak köşesinde. Yerine oturmuş birinci devreyi güç bela seyretmiş.

   O arada ön tarafta tam ortada bir koltuğun boş olduğunu fark etmiş. Devre arasında sıralar arasından geçip o boş yere ulaşmış. Yan koltuktaki adama sormuş:

   - "Burası boş mu?"

   - "Boş, demiş adam..."

   - "Nasıl oluyor bu tıklım tıklım dolu stadda boş yer kalmış..."

   - "Orası benim eşimin, demiş adam, aylar önce bu maç için almıştık. Ama eşim vefat etti..."

   - "Çok üzüldüm, demiş bizimki, ama dost ve akrabalarınızdan birine neden vermediniz bileti?"

   - "Onların hepsi şu anda cenazede, demiş adam...

ESKİ ÇORAPLAR

Bir zaman çok zengin bir adam, çocuklarına şöyle vasiyette bulunur:

   - "Ben ölüp yıkanınca, şu eski çoraplarımı ayağıma geçirin, ben bunlarla gömülmek istiyorum."

   Vakit saat gelir bu zengin vefat eder.

   Cenaze yıkandıkdan sonra oğulları çorapları alıp getirirler:

   Babamızın vasiyeti var, şu eski çorapları ona giydireceğiz. derler.

   Cenazeyi yıkayan hoca efendi bunu katiyyen kabul etmez.

   Bu sefer müftüye çıkarlar. O da Dinimizde böyle birşey yok. deyip reddeder.

   İster istemez, babalarının vasiyetinden vazgeçmek mecburiyetinde kalırlar.Cenazeyi defnedip kabirden evlerine dönünce komşularından biri elinde bir mektupla gelir :

   - "Babanız çok önceleri bu mektubu, bana vererek, benim cenazem gömülüp oğullarım eve dönünce kendilerine ver demişti." der.

   Mektubu açıp okuyunca, babalarının en son ibretli dersini şu ifadelerle verdiğini görürler:

   - "Evlatlarım, işte gördünüz; eski çoraplarımı bile kabrime götüremedim. Aklınızı başınıza alınız. Ne yapacaksanız hayatta yapıp öbür aleme gönderiniz. Aldanmakta fayda yok."

DOLMUŞ

Bir acelesi olduğunu, onu görür görmez anlamıştım. Sağanak halinde yağan yağmura aldırış bile etmiyor ve bükülmüş haline rağmen sağa sola koşuyordu. Yanına sokularak:

   - Hayrola teyzeciğim, dedim. Bir derdiniz mi var?

   Sıcak bir tebessümle:

   - Buraların yabancısıyım evladım, dedi. Hastane tarafına gidecek bir araba arıyorum.

   - Biraz beklerseniz aynı dolmuşa binebiliriz, dedim. Oraya geldiğimizde size haber veririm.

   Teşekkür ederek yanıma yaklaştı ve küçük bir çocuk gibi şemsiyenin altına girdi. Nurlu yüzü yağmur damlacıklarıyla ıslanmış ve yanakları pembe pembe olmuştu.

   - Torunlarımdan biri menenjit geçirdi, diye devam etti. Ziyaret saati bitmeden dolaşmak istemiştim."

   - 20 dakikanız var, dedim. Hastaneye yakın ama, bu havada pek araba bulunmuyor.

   Durağa herkesten önce geldiğimiz için, dolmuşa da rahatça bineceğimizi zannediyordum. Ancak araba yanaştığında, arkamızda duran 4-5 kişinin bir anda hücum ettiğini gördüm. İçeriye doluşan ve arkadaş olduğu anlaşılan adamlara:

   - İlk önce biz gelmiştik, dedim. Sırayı bozmaya hakkınız var mı?

   Ön koltukta oturanı:

   - Hak istiyorsan Hakkari'ye gideceksin arkadaşım, dedi. Hem oradaki haklardan KDV'de alınmıyormuş.

   Bu laf üzerine attıkları kahkahalarla bindikleri araba sarsılmış ve sinirlerim allak bullak olmuştu. Sakinleşmeye çalışarak:

   - Ben biraz daha bekleyebilirim, dedim. Ama şu ihtiyar teyzenin hastaneye yetişmesi gerekiyor.

   Bu defa şoför lafa karışıp:

   - Teyzenin arabaya falan ihtiyacı yok be kardeşim, dedi. Okuyup üfledi mi, hastaneye uçuverir.

   Tekrar kopan kahkahalarla birlikte araba uzaklaşıp gitti. Yaşlı kadına baktım, tevekkülle susuyordu.

   5-10 dakika sonra gelen bir başka dolmuşa onunla beraber bindim ve şoföre "teyzeyi hastanede indirmesini" söyledim. Yaşlı kadın, yapacağı ziyaretten ümitsiz görünmesine rağmen şikayet etmiyordu. Üstelik trafik de, yarı yolda tıkanıp kalmıştı. Şoför:

   - Yolun bu durumu, hayra alamet değil, dedi. Sebebini anlasam iyi olacak.

   Arabayı çalışır vaziyette bırakıp ileri doğru yürüdü ve biraz sonra döndüğünde:

   - Kısmete bak yahu, dedi. Bizden önce kalkan dolmuşa kamyon çarpmış. Heyecanla:

   - Bir şey olmuş mu? diye atıldım. Yani yaralı falan var mı?

   - Herhalde, diye cevap verdi. Dolmuşta bulunanları, teyzenin gideceği hastaneye kaldırmışlar.

   Göz ucuyla yaşlı kadına baktım. Solgun dudaklarıyla bir şeyler mırıldanıyor ve sanki onlar için dua ediyordu. Şoför, koltuğuna yavaşça otururken:

   - Kısmet işte, diye tekrarlayıp, duruyordu.Sen kalk koca bir kamyonla çarpış, hem de Türkiye'nin öbür ucundan gelen Hakkari plakalı bir kamyonla...

 

DÜZENİ AYARLAMAK

Köyün birinde çobanlık yapan adamla oğlu, koyunlarını otlatırken, yaralı bir adam bulurlar. Adam kendinde değildir, üstü başı yırtılmış, derin bir çukurda hareketsiz yatmaktadır. Baba oğul yaralıyı çıkarırlar, küçük kulübelerine taşırlar, üstünü değiştirir, yaralarını sararlar, şifalı sütlerinden içirirler. Yaralı adam, bir kaç gün sonra iyileşmeye başlar.

   Bir hafta sonra çoban ve oğluna teşekkür eder ve

   - "Buradan nasıl gideceğim" der.

   Çobanın oğlu: - "Benim küçük kayığımla gidersiniz,onu size vereyim,denizden başka gidiş yolu yoktur" der.

   Yaralı adam,kabul eder:

   - "Sağolun,çok iyi yüreklisiniz,beni kurtardınız,tek kayığınızı da bana veriyorsunuz,bende size tavsiye verebilirim bu iyiliklerinize karşılık olarak" der.

   - Ne kadar darda kalırsanız kalın,sakın çalmayın.
   - Gereksiz yere cana kıymayın.
   - Yalan söylemeyin.
   - Her zaman büyüklerinize saygılı, küçüklerinize sevgiyle davranın.
   - Sizi Yaratanı unutmayın, size verdiklerine hep şükür edin.

   Çobanın oğlu, adamdan çok etkilenir, babasına : ''Baba izin ver ben bu bilge adamla gideyim, ondan feyz alayım, çoban olarak kalmayayım" der.

   Baba izin verir. Oğul adama sorar''Beni de yanınızda götürürmüsünüz,hem size yolu gösteririm, size yükte olmam. Adam, bir şartla...der.

- "Benim yapacağım şeylerin sebebini hiç sormayacaksın, bunu tutarsan gelebilirsin. Çocuk söz verir, yola çıkarlar.

   Bir hayli yol aldıktan sonra, fırtınaya tutulurlar, küçük kayık batmak üzereyken, eski bir yük gemisi onları gemiye alır. Delikanlı, kayığın küreklerini boğulma tehlikesine rağmen gemiye çıkarır, "'Belki lazım olur, denizde çürüyecek zaten" der. Gemi bir boğaza yaklaşırken,adam gemiyi delmeye başlar.Çocuk''Aman, ne yapıyorsunuz? Onlar bizi ölümden kurtardı, siz gemilerini batıracaksınız" der. Adam ''Bana soru sormamaya söz verdin, unutma" der. Delikanlı susar. Gemide bir telaş başlar,bir yandan suyu boşaltırlar, bir yandan yükü korumaya çalışırlar, neyse ki; limana sağ salim girerler.

   Adamla delikanlı, yollarına devam ederler. Bir köye gelirler,dinlenmek için bir han ararlar, bulamazlar. Köyün ağası onları misafir eder. Gece olunca adam, ağanın küçük oğlunu öldürür. Delikanlı, çok üzülür,hemen tepki gösterir" Siz ne yaptınız böyle? bizi misafir ettiler, yedirdiler, döşeklerini verdiler, siz onların tek oğlunu öldürdünüz. Adam hemen delikanlıyı susturur "Soru sorma, sonuna kadar bekle"der. Köyün ağası uyanmadan, oradan ayrılırlar, yola devam ederler. Uzun yollardan, bataklıklardan, çöllerden geçip, bir şehire ulaşırlar, yıkık bir duvarın dibine yığılırlar, delikanlı hemen uyur. Adam omuzundan sarsınca uyanır. Adam, delikanlıya ''Haydi uyan, şimdi uyumanın zamanı değil, sabah olmadan bu yıkık duvarı onarmalıyız " der. Delikanlı yine şaşırır ve sorar'' Hiç bir işe yaramayan bu duvarı niye onaracağız? Çok zor bir yolculuktan sonra dinlensek olmaz mı? Yarın gece onarırız, siz kimsiniz?" diye sormuş. Adam,''Bu son işim, sonra sana her şeyi anlatacağım, haydi şimdi bana yardım et, der. Birlikte, sabah olmadan duvarı onarırlar. Delikanlı, yorgunluktan ayakta duramayacak hale gelmiş, duvarın dibine düşmüş.

   Biraz soluklandıktan sonra,''Şimdi beni dinle" demiş delikanlıya, ben düzeni ayarlarım. Darda kalacaklara yardım ederim Gemiyi deldim, çünkü korsanların eline geçecekti, hepsi ölecekti, malları yağmalanacaktı, ben gemiyi delince, korsanlar saldırmaktan vaz geçti, (nasıl olsa batacak bu gemi,işimize yaramaz) dediler, hem onlara öyle bir hazine bıraktım ki; o gemiden daha yeni 10 gemi alırlar. Çocuğu öldürdüm, çünkü hastalıklıydı, pek çok insana bulaşacak ve salgın olacaktı. O ağanın bir oğlu daha olacak ve adil bir krallık sürecektir. Bu yıkık duvarı onardım, çünkü bu şehirde iki öksüz,yetim kardeş var, henüz çok küçükler, onlar büyüyünceye kadar duvar sağlam durursa,dibindeki hazineyi bulacaklar, çok kimseye yardım edecekler, iş verecekler.Delikanlı,adama tekrar sorar"

   - "Sen kimsin,adın nedir"

   Benim adım HIZIR. Peygamberim...

BEN DE TASDİK EDERİM


   Ahmak bir adamın eline " Kıyafet ilmi " ne dair bir kitap geçer. Okurken şöyle bir yazı görür:

   - "Bir adamın başı küçük, sakalıyla boyu uzun olursa aklı az olur.

   - "Meğer herifin de (kitabın tarif ettiği gibi) başı küçük, sakalıyla boyu uzundur, kendisini bu tarifin dışına çıkarmak ister. Ne yapması gerektiğini düşünür. Başını büyültmenin imkanı olmadığı gibi, boyunu kısaltması da mümkün değildir. "Bari sakalımı olsun küçülteyim" diyerek şamdanı eline alır.

   Bir eliyle de sakalının yarısını tuttuktan sonra ikinci yarısını mumun alevine yaklaştırır. Birazı yanıp da sıcaklık parmaklarının uçlarına dokununca elini çeker. Yüzü cascavlak kalır.

   Bunun üzerine hokkayı kalemi eline alarak kitabın kenarına şundan yazar:

   - "Bunun gerçek olduğu üzerimde yaptığım deneyle anlaşılmıştır. Dolayısıyla ben de tasdik ederim!"

KERTENKELE

Bu hikaye Japonya'da yaşanmış gerçek bir olayı anlatmaktadır:

    Evini yeniden dekore ettirmek isteyen Japon bunun için bir duvarı yıkar. Japon evlerinde genellikle iki tahta duvar arasında çukur bir boşluk bulunur. duvarı yıkarken, orada dışardan gelen bir çivinin ayağına battığı için sıkışmış bir kertenkele görür.

    Adam bunu gördüğünde kendini kötü hisseder ve aynı zamanda meraklanırda kertenkelenin ayağına çakılmış çiviyi görünce. Muhtemelen bu çivi 10 yıl önce, ev yapılırken çakılmıştı. Nasıl olmuştu da kertenkele bu pozisyonda hiç kıpırdamadan 10 yıl boyunca yaşamayı başarmıştı?

    Karanlık bir duvar boşluğunda hiç kıpırdamadan 10 yıl boyunca yaşamak çok zor olmalıydı. Sonra bu kertenkelenin 10 yıldır hiç kıpırdamadan nasıl 10 yıl yaşadığını düşündü- ayak çivilenmişti!!..

    Böylece çalışmayı bırakır ve kertenkeleyi izlemeye başlar, ne yiyor acaba? Sonra nereden çıktığını fark edemediği başka bir kertenkele gelir ağzında taşıdığı yemekle...

    İnanılmaz!!! Adamı sersemletir gördüğü manzara. Bu nasıl bir sevgi? Ayağı çivilenmiş kertenkele, 10 yıldır diğer kertenkele tarafından beslenmekteydi...

    Sizde bu hikayeyi okudunuz, eğer sizinde duygularınıza "dokunabilmişse" başkalarına da göndererek onlarında bu hikayeden istifade etmesini sağlayınız. Ve hemen siz de eşinizi, arkadaşınızı, kardeşinizi, sevdiklerinizi, konu komşu ahbap, demeden...

EWAN-HPLLY SEVGİ HİKAYESİ

Ewan 22 yaşına o sene basmıştı, kendinden emin çok zeki ve çok çekici bir genç adam olmanın asaletini taşıyordu. 10 gün sonra Kore'deki bir savaşa katılmak üzere İngiltere'den ayrılacaktı, hiçbir şeyden korkmuyordu ama duygusallığı nedeniyle, ülkesinden ayrılma fikri zor geliyordu ona.

    Ağır adımlarla büyük kütüphaneden içeriye girdi, bir kitap alıp oturdu ve okumaya koyuldu. Gerçekten de çok güzel temalara değinmiş etkileyici bir kitaptı elindeki, ama daha da güzel olanı kitabı daha önce başkasının da okumuş ve bazı yerlere notlar almış olmasıydı. Okuyanın notlar aldığı bölümler Ewan'ı da derinden etkiliyor, notları okudukça sarsıyordu. Kim olabilirdi bu? Hemen kütüphane memuresine gitti ve daha önce kitabı okuyan kişinin kim olduğunu öğrendi. Holly adında bir kadındı, adresini aldı ve eve varır varmaz bir mektup yazdı:

    - "Büyük Kütüphanede bir kitap okudum. Eklediğiniz notlar karşısında hayranlık duyduğumu belirtmeliyim. 10 gün sonra Kore'ye gidiyorum, sizi tanımak - mektuplaşmak istiyorum. Cevabınızı sabırsızlıkla bekliyorum."

    Holly'den olumlu cevap geldi ve mektuplar ardı arkasına yazılmaya başlandı.

    Her yeni mektupta birbirlerinden biraz daha etkileniyor, yüreklerini birbirlerine biraz daha açıyorlardı. 2 sene bu şekilde geçip gitti. Ewan ve Holly birbirlerine belki binlerce mektup yazmış, her mektuptan ayrı tatlar almışlardı. Ewan'ın ülkeye geri dönme zamanı gelmişti, son mektubunda Holly'i görmek istediğini yazdı.

    - "Ancak seni tanıyabilmem için bana bir resmini gönder lütfen" diye ekledi. Holly buluşmayı kabul etti fakat resmi göndermedi. "Resmin ne önemi var ki? Bizi ilgilendiren kalplerimiz değil mi? Yakama kırmızı bir çiçek takacağım" dedi.

    Günler birbirini kovaladı ve Ewan ülkeye döndü. Trenden indiği ilk anda gözleri Holly'i aradı. Bir müddet bakındı, sonra kalabalığın arasından şimdiye dek gördüğü en güzel kadın belirdi. Uzun boylu, çok güzel vücutlu, uzun sarı saçlı, masmavi iri gözleri ve mavi elbisesiyle muhteşem bir kadındı. Kadına doğru bir adım attı, ama yakasında hiç birşey yoktu. Kadın gözlerine baktı ve :

    - "Merhaba denizci, benimle gelmek ister misin?" diye sordu. Tam o sırada güzel kadının omuzunun üzerinden, yakasında kırmızı çiçek olan kadını gördü. Kısa boylu, şişman sayılacak kiloda, gri kısa saçlı, tozlu uzun pardesüsü ve kalın bilekleriyle öylece duruyordu.

    Ewan şaşkındı, az önce hayatında gördüğü en güzel kadından bir teklif almıştı ancak karşısında da yüreğine aşık olduğu kadın duruyordu. Kendini toparladı ve yanından geçen dünyalar güzeli kadına aldırmadan ilerledi. Elinde Holly'le birbirlerini tanımalarını sağlayan kitap vardı. Elini uzattı, "Merhaba Holly" dedi gözlerinin içi gülerek.

    - "Pardon" dedi kadın. "Ben Holly değilim. Az önce buradan geçen sarı saçlı mavi elbiseli bayan yakama bu çiçeği taktı ve bunun hayatının sınavı olduğunu söyledi. Sizi garın çıkışındaki cafe'de bekliyormuş..."

1400 YIL ÖNCE GELEN EMAİL


    Ey Allah (c.c.)ın kulları!

    Bugünün genç müslümanları!

    Her gün sabırsızca bekliyorsunuz,

    "Bana e-mail geldi mi?" diye.

    Günde bir kaç kez online oluyorsunuz.

    Mutlu oluyorsunuz,

    "Bir mailiniz var!" yazdığında.

    Okumak için sabırsızlanıyorsunuz.

    Bazı mesajlar gerçekten güzel,

    Arkadaşlarınızdan, dostlarınızdan sıcacık.

    Fakat çoğu öylesine gelmiş; alakasız.

    Sadece zamanınızı alıyor.

    Derhal siliyorsunuz.

    Biliyor muydunuz, yaklaşık 1400 yıl önce,

    Allah(c.c.) size uzun bir e-mail gönderdi.

    Meleği Cebrail(a.s.) aracılığıyla elbet,

    Kulu Muhammed Aleyhisselatuvesselam’a

    Açtınız mı bu e-maili?

    Subject: Kur’an,

    "Kuşku Barındırmayan Rehber"

    Download ettiniz mi bu dosyayı?

    Kalbinize bookmark’ladınız mı?

    Hayatınızın "favoriler"ine eklediniz mi?

    Her sabahınızın "başlangıç sayfası" yaptınız mı?

    Açtıysanız bu e-maili

    Hepsini okumuş olmalısınız...

    Gönderilen elçilerin kıssalarını...

    Helak olan kavimlerin öykülerini...

    İnsanlığa mesajları,

    Günlük hayatınızın rehberini,

    Geleceğe dair güzel haberleri, müjdeleri.

    Allah’ın sizden "reply" edip,

    E-mail olarak iyi amel beklediğini.

    şimdi, her sabah uyandığınızda;

    İlk bu e-maili okuyun.

    Kur’ân’da "save" edildiği şekliyle,

    Hatırlayın ve ona göre "reply" eyleyin.

    Sevgili genç müslümanlar;

    İslamın geleceğine "enter"leyin.

İPİN HESABI

Kasabanın birinde zengin bir tüccar yaşardı. Öleceği zaman vasiyetinde,

    "Ben mezara konulduğum gün kim gelir benimle bir gece mezarda kalırsa ona servetimin yarısını bırakacağım" dedi.

    Çocukları, akrabaları servetin yarısı bırakılmasına karşın bunu yerine getiremeyeceklerini düşünüyorlardı. Kısa bir süre sonra adam öldü. Adamın vasiyeti kasabada zaten ünlüydü. Bunu duyanlardan biri de kasabanın en ıssız köşesinde yaşayan hamaldı. Adamın öldüğü haberini duyunca yakınlarına kendisinin bir gece mezarda kalabileceğini söyledi. Bunun üzerine cenaze merasiminden sonra hamalı da adamla birlikte koydular.

    Hamal, "Zaten bir tane ipim bir tane de küfem var. Kaybedecek bir şeyim yok. İyi ettim de bu adamla buraya girdim. Çıktığımda kasabanın hatırı sayılır insanlarından biri olacağım" diye düşünüyorken bir gürültü koptu ve dünyada daha önce hiç karşılaşmadığı yüzlere orada rastladı. Gelen melekler aralarında konuşuyorlardı:

    "Bu ölü olan zaten elimizde. Onu istediğimiz zaman hesaba çekebiliriz. İlk önce şu canlı olandan başlayalım."

    Adam tir tir titriyorken başlamış melekler art arda sorular sormaya:

    "Söyle bakalım küfenin ipini nereden buldun? Satın aldıysan ne kadara aldın? Kimden aldın? Aldığın kişiyi dolandırdın mı? Gerçek değerinde mi verdin ücretini?"

    Adamın dili dolanıyor sorulan sorulara yanıtlar bulmaya çalışıyor ancak, o yanıt verdikçe ip ile ilgili bir başka soru ile karşılaşıyordu. Gün ağarırken zengin adamın akrabaları geldi ve adamı mezardan çıkardılar:

    "Artık kasabanın sayılı zenginlerindensin. Anlat bakalım bir gece mezarda kalmak nasıl bir duygu?" Hamal bu soruyu şöyle yanıtladı:

    "Ben hiçbir şey istemiyorum" dedi. "Bu bana ders oldu. Ben bir ipin hesabını sabaha dek veremedim, o kadar malın hesabını kesinlikle veremem herhalde."