9 Ekim 2014 Perşembe

DENİZDE YAŞAYANLAR

Dip akıntıları mı yoksa ölüme çekiliş mi..
Türkiye ve dünya’da her sene kıyı dibi akıntıları nedeniyle çok sayıda ölüm vak’ası yaşanır,peki ama dip akıntıları gerçekten bir insanı alıp götürecek kadar kuvvetli mi,
Akdeniz,Ege ve Karadeniz kıyılarında yüzen insanların birden kaybolmaları gerçekten de dikkat çeken bir mesele,tabi bu olaylar tüm dünya’da yaşanıyor,cesedi bulunanlar ve dip akıntısı “Rip Current” nedeniyle ölenler denizlerde kaybolmuyorlar,denizler onların cansız bedenlerini karaya iade ediyor,ama ya kaybolanlar..?
Sahil güvenlik ve can kurtarma raporlarına göre “kıyı dibi akıntıları” ani kurtarma müdahalelerinin % 80’ini oluşturuyor,göller okyanus kıyıları,deniz kıyıları toplamında istatistik böyledir..
Dip akıntıları genel olarak saniyede 0,5m ( 0,5 metre ) gibi bir akım hızına sahipler,kapalı denizler ve göller için bu esasen pek de can alıcı değildir.
Ancak saniyede 2,5 metre akım hızına ulaşırlarsa,hiç bir insanın yüzme hızı bu akış hızını geçemez,
Gerçek şu ki,deniz dip akıntılarının çoğu zayıftırlar ve bunların çoğundan yüzerek kolayca çıkılabilir,dahası dip akıntıları yüzeyde görünürler ve oldukça kıyısaldırlar yani en uzunları bile çok kısa bir mesafeyle sınırlıdır,
Deniz kızları meselesinde eskiden beri anlatılan ve hikaye olarak bilinen bir hadise vardır,söylentiye göre denizden çıkıp karaya ulaşan bir deniz kızı,bir insan gencin ölümüne sebep olur,neticede lanetlenir ve kovulur..Fakat yeniden denize dönerken vücudu,sualtı şartlarına uygun fizyolojik atılımını yapamaz ve yarım insan iken yarım hidratik özellikte bir çeşit distoni’de şartlanır..deniz kızları olarak tanımlanan bu kavmin bazılarının zararlı oldukları ve tuttukları insanları suya çekerken ,ölenlerin havaya ihtiyacı olduğunu bilmezden geldikleri anlatılmıştır,
Yunanlıların bu konuda çok derin birikimleri vardır,fakat onların anlatımları oldukça abartıya kaçmış ve gerçeklerin unutulmasına sebep olmuştur,ayrıca benim gibi eski su balıklarının yaşadıkları bir su altı tokadı tecrübesi vardır,eceliniz gelmediyse “Deniz” sizi almaz,dalsanız bile göğüs kemiklerinize darbe yersiniz,bazılarına göre deniz suları sizi kovar,bir kısım kardeşlerime göre de deniz cinleri sizi iterler..
"Dip akıntıları" teorisine göre,kıyıda sualtında yakın alanda yine kıyıya paralel bir kum tepesi şeridi oluşur,fakat bu şeridin bir kısmı birden kesilir ve kıyıya açık bir kapı kalır,yani şöyle diyelim.."kağıda bir çizgi çekerken arada bir kaç adet boşluk bırakın yani elinizi kaldırın",işde dip akıntısının bulunduğu kıyı sularının dibindeki kum birikintisi böyledir,sular buradan derine çekilir,bunun doğal olarak oluştuğu söylenir,ya değil ise ? Ya bu bir tuzaksa ? Ellerle yüzgeçlerle yapılmış bir tuzak..
Deniz kızlarının saadece bir kaç adedinin "Deniz Başına" zararlı olduğu gerçek mi değil mi bilemiyorum,ancak denizden çıkıp gelen kavimlerin mensubları müslümanların dostu olmuşlardır,yine de denizlerden uzak durulmasıyla ilgili bir genel anlayışımız vardır,
Ben daha çocukken denizden giysileriyle çıkan insanlar olduğunu hatırlıyorum,böyle insanları görenler de olmuştur,bir keresinde yine şaşkınlıkla çok güzel takım elbiseli bir adamın denizden çıktığını fakat giysilerinin çabuk kuruduğunu söylediler,
bu tür anlatılar uzunca gülüşmelere de neden olmuştur,denizden çıkan bu gencecik adamlar uzun boylu tertemiz giysiliydiler yürüyüşleri de oldukça zarifti,
İlginç olan şu ki bu insanların varlığı gerçek,
Onlar henüz %95’i keşfedilmemiş olan okyanus ve denizlerin diplerinde yaşıyorlar,hatta büyük nehir ve göllerde bile..
Nasıl bir vücut ilmi ki suya girince,su molekülleri biyolojik ihtiyacına dönüşüveriyorlar,denizlerin diplerinden mi geliyorlar ? Yoksa deniz tabanlarında görülmemiş gidilmemiş yaşam kubbeleri mi var,ya da eskiden sulara gömülmüş olan kadim medeniyetlerin kuyularından mı çıkıp geliyorlar,
Başka bir alemden mi geliyorlar,bizden önce mi yaşadılar,henüz denizler yaratılınca mı ortaya çıktılar,
Bu sualtı insanları hakkında bazı islami kayıtlar da var,
Bildirilenlere göre..
Büyük ırmak ve denizlerin derinliklerinde yaşayan insanların olduğunu anlatan kaynaklar var. Bu kaynaklardan bir tanesi Muhyiddin A’rabi k.s. Hazretlerinin “el Fütuhatül Mekkiyye” adlı eseridir. Hz. Şeyh anılan eserinde “Melamiler” hakkında bilgi verirken su altı insanlarından da söz eder.
“Allah onlardan razı olsun, su altı insanları denilen bazı kimseler vardır. Onlar denizlerin ve ırmakların diplerinde Allah’a ibadet ederler. İnsanların çoğu onları bilmez ve tanımazlar.” ( Fütuhat 196, Nefahat 971 )
Elimizdeki ikinci kaynak İmam Şarani’nin “Tabakatül Kübra” adlı kitabıdır.
İmam Şarani anılan eserinde Mevlana Şemseddin Muhammed Hanefi k.s Hazretlerinin şu kerametlerini de anlatır..
“Hanefi Hazretleri deniz dibi sakinlerini de ziyaret ederdi. Denize dalar, orada uzun süre kalırdı. Çıktığı zaman elbisesinde ıslaklık dahi bulunmazdı. O deniz dibinde kiminle konuşur, sohbet ederdi bilinmez."
Hanefi Hazretlerinin evi Kahire yakınlarında Nil Irmağı yanında bir ada olan Ravda’da idi. Nil Irmağı dibi sakinleri Onu ziyarete gelirlerdi. Hanefi Hazretlerinin yanında kim varsa onları görürdü.
Hanefi Hazretlerinin kız Ümmü Mehasin gördüklerini şöyle anlattı..
"Bir defasına Nil Irmağı dibi sakinleri babamı ziyarete geldiler. Üzerlerinde temiz elbiseler vardı. Akşam namazını babamla birlikte kıldılar. Üzerlerinde elbiseleri olduğu halde suya dalarak kayboldular. "
Babama..
"Bunların elbiseleri ıslanmaz mı, dedim. Babam gülerek..Bunların evleri zaten deniz, dedi." ( Tabakat: c.3, s.1510, 1524, 1525 )
“Ariflerin Menkıbeleri” adlı kitabın üçüncü cildinin 152. ve 153. sayfalarında şöyle bir hikaye anlatılır.
Hazreti Mevlana Celal Al Din El Rumi, ailesini, bazı akraba ve yakın dostlarını da alarak ılıcaya gittiler. Ilıca, yeşillikleri ile meşhur olan Ilgın’da bir yerdeydi. Ebulhasan ( Şimdiki adı Bulasan’dır ) Köprüsüne geldiklerinde Hanımı Mevlana’nın kulağına eğilerek şunları söyledi
"Efendim, bu suyun kenarına yalnız varmanın tehlikeli olduğu söyleniyor. Çünkü bu suda bir canavar varmış, her yıl bir insan veya bir hayvanı kaparak suyun altına götürüp öldürdükten sonra dışarı atıyormuş". Hanımından bu sözleri işiten Mevlânâ Hazretleri..
"Bu haberi vermeniz iyi oldu. Ben de o canavarı çoktan beri görmek istiyordum, dedi." Sonra su kenarına varıp..
"Ey bu yöreyi tehlikeye düşüren yaratık. Nerede isen hemen gel Diye seslendi."
Az bir süre sonra sudan garip bir yaratık çıktı. Yüzü insan yüzüne benziyor, fakat ayakları bir at ayağını andırıyordu.
Mevlana Hazretlerine açık ve seçik bir şekilde selam verdi. Sonra..
"Sultanımız..Biz sizin dervişleriniz olalı bir hayli zaman olmuştur. Siz bir zaman bu suyun derinliklerini şereflendirerek bizi imana ve sema’a çağırmıştınız. İşte biz o zamandan beri sizin dervişleriniziz. Yalnız sizden büyük bir ricamız var. Bizden bir hata meydana geldi. İstemeyerek bir delikanlıyı öldürdük. Şu anda suçumuzun bağışlanması için size yalvarırız, dedi."
Bunun üzerine Mevlana Hazretleri o canavarın suçunun bağışlanması için dua etti ve şefaatçi oldu. Canavar da tekrar tövbe ederek bağlılığını gösterdi. Bu arada Mevlana Hazretlerine son derece parlak ve iri bir inci hediye etti ki, görenlerin gözleri kamaşırdı. Canavar, bağlılık ve sevgi belirtileri gösterdikten sonra suyun derinliklerine dalarak kayboldu.
Ariflerin tanıklık ettiği bu olayları reddedemeyiz. Çünkü bunlar geçmişin masalları veya hayal fantezileri değil, Yüce Hakk’ın arif kullarına gösterdiği gerçek olaylardır.
Bu durumda deniz adamları iyi kavimlere mensublar,zaten hanefi fıkhı hariç denizden ne çıkarsa yenir denmiştir buna icazet verilmiştir,saadece Hanefi'de bu sınırlıdır,
Her neyse..
Ben eski bir balığım bu denizlerde,deniz canlıdır,ne yersen ne düşünürsen ve ne hissedersen bunu hemen anlar..
Sizler eğer bir gün çaresiz bir vaziyette denizlerde bir deniz kızı tarafından yakalanır ve kaçacak bir yer bulamassanız,
ve size şöyle bir soru sorarsa "Kral Iskender yaşıyor mu" ?..
Ona şöyle cevap verin..
"Yaşıyor ve hala yönetiyor"..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder