25 Aralık 2012 Salı

AFYONKARAHİSAR EFSANELERİ


Afyonun İsmi

Afyonkarahisar
Afyon türklerinde sık sık "hisor" sözcüğü geçer. "hisarın bedenleri çevirin gidenleri" Bu hisar sözcüğünün Afyon türklerinde sık sık yinelenmesi nedensiz değildir. Eski adı Akroenos olan şehri Selçuklular uzun süren bir kuşatmadan sonra ele geçirdiler. "Hisar" kuşatma anlamına gelir. Acılarla elde edilen yere "Karahisar" dediler ve orada, kara taşlardan bir kale kurdular. Onaltıncı yüzyılda bölgede afyon yetiştirilmeye başlayınca, Karahisar'ın başına bir de Afyon eklendi ve şehir "Afyonkarahisar"adını aldı.

Afyonkarahisar Taş Ana EfsanesiÇok eskiden afyon'da dul bir kadın ve kızı varmış. bunların tek geçim kaynağı bir inekleri varmış. o ineğin sütünü satarak hayatlarını devam ettirirlermiş. günlerden bir gün bu ineği kaybetmişler. kadın yanına kızını ve köpeğini alarak ineği aramaya koyulmuş. her yerde ineklerini aramaya başlamışlar. inek sanki peri olup uçup gitmiş. aramışlar, soruşturmuşlar, yok allah yok!
belki buluruz diye çiçekli yaylasına yönelmişler. vakit oldukça çok geçmiş, gece olmuş. o sırada yan kesiciler yollarını kesmiş.
zavallı kadın korkmuş yalvarmış, ellerini göğe kaldırarak el açmış yaradana:
"allahım beni onların eline koyma, ya taş et, ya da kuş et. onların ellerinden kurtulalım." demiş.

cenab-ı hak kadının duasını kabul eder. yaşlı kadın, kızı ve köpeği oracıkta taş oluverirler. gerçekten de uzaktan bakıldığı zaman üç ayrı taş vardır. kadına, kıza ve köpeğe benzetilir.

Afyon Karahisar Kalesi Efsanesi


3 bin 340 yıllık bir geçmişe sahip olan, defalarca el değiştirmiş, öyle sanıyoruz ki her defasında yeni bir efsane, yeni bir destana mekan olmuştur Yukarıda da sözünü ettiğimiz gibi yerden 226 metre yükseklikteki trakit bir kaya kütlesi üzerinde kurulu bulunan Kale‘ yi fethetmenin öyle kolay bir iş olmadığı tartışmasız bir gerçektir İşte bu nedenle Battal Gazi’ den, Hazreti Ali’ ye, Beyböğrek’ ten Çavuşbaşı’ na, Horoz Dede’ ye kadar pek çok efsane anlatılır Karahisar Kalesi için… İlginçtir ki, anlatılan bu efsanelerin izleri, günümüzde bile varlığını korumaktadır Halk arasında anlatılan Hazreti Ali ya da Düldül’ün ayak izleri efsanesine göre, İslam halifelerinden Hazreti Ali, atı Düldül’ün üzerinde dağdan dağa uçarak sefer yapmaktadır İşte böyle seferlerin birinde Afyonkarahisar‘ a gelen Hz Ali, Hıdırlık Dağı’ nda konaklamak için sertçe yere basınca, buradaki bir kaya üzerinde ayağının izi kalır

Daha sonra Hıdırlık’ tan kaleye atlayan Düldül, burada da dizginlenince bu kez ön ayağının izi bir kayanın üzerinde kalır Hz Ali, Düldül’ ü sulamak için su yalağına vardığında, atı bağlayacak bir yer bulamaz ve dört parmağı ile yalağın yanındaki bir taşa vurarak taşı deler ve atı buraya bağlar Yukarıda da belirttiğimiz gibi Afyonkarahisar Kalesi‘ nde bugün Düldül’ ün ayak izi ile atın bağlandığına inanılan kaya üzerinde delik, hala varlığını korumaktadır


Karahisar Kalesi ile ilgili bir başka efsane ise Battal Gazi ile ilgilidir; Afyonkarahisar‘ da 740 yılında öldüğü konusunda tarihçilerin birleştiği Battal Gazi ile yakın arkadaşı Ahmet Tarhan kaleyi ele geçirmek için sıkı bir kuşatma yapar, içeridekilerin dışarısı ile bütün bağlantılarını keser Kale komutanı, bunun üzerine Bizans İmparatoru’ na haber salar ve 100000 kişilik bir ordu yardım için yola çıkar Kalenin burçlarından Battal Gazi’ yi görerek aşık olan komutanın güzel kızı O’ na bir kötülük gelmemesi için çimler üzerinde uyumakta olan Battal Gazi’ ye bağırır, ancak duyuramaz Sonra bir kağıt yazar, taşa sararak üzerine atar Battal Gazi, bir iki kıpırdandıktan sonra hareketsiz kalır Battal’ ın uyunmadığını gören kız telaşlanır, babasına Türk’ lerin komutanının çayırda uyuduğunu söyler ve güya O’ nu öldürmek için zehirli bir hançer ister Battal Gazi’ nin yanına gelen kız onu ölmüş olarak bulur Çünkü attığı taş, Battal’ ın kulağına gelmiş ve ölümüne neden olmuştur Kız üzülür ve hançeri kendi kalbine saplayarak hayatına son verir Bizans ordusu kalenin eteklerine geldiğinde amansız bir savaş başlar, Ahmet Tarhan askerleriyle birlikte şehit olur Ahmet Tarhan Karahisar Kalesi‘ nin eteklerinde, şu anda Ulu Cami ‘nin karşısındaki mezarına gömülür.

Yenilgiden sonra çok şiddetli bir fırtına başlar ve Battal’ ın cesedini Eskişehir dolaylarına atar Böylece Bizanslılar, Battal Gazi’ nin öldüğünü anlayamaz ve daha uzun süre onun korkusuyla yaşarlar Şu andaki Olucak Çeşmesi’ nin, Çavuşbaşı mahallesinin ve Çavuş Dede mezarının doğuşu ile ilgili olarak anlatılan Çavuşbaşı ya da Çavuş Dede efsanesi ise şöyledir; Afyonkarahisar sancağı Türk egemenliğine girmeden önce burada valilik yapan kişiye Türk hükümdarı elçiler göndererek kalenin Türk’ lere teslimini ister Her defasında ret cevabı alınması üzerine hükümdar en güçlü Çavuş Başını Karahisar Kalesi‘ nin alınması için görevlendirir Çavuşbaşı askerleriyle birlikte birkaç gün içinde Muttalıp bağlarına gelir Bunu haber alan kale komutanı, kaleye kapanarak savunma düzeni alır Ertesi sabah Türk askerleri Karakuyu’ ya ulaşır Su stoku tükenen askerler, Karakuyu’ da su içmek isterler ama su sağlığa zararlı olduğu için vazgeçerler Bunun üzerine çevrede su aramaya başlarlar ancak bulamazlar

Durum Çavuşbaşı’ na bildirilir Çavuşbaşı, yanına birkaç kişi alarak Yağdan denilen kayalıklara doğru gider Çok yüksek bir kayanın önünde bazı dualar mırıldanır ve “Burada bir su olacak” diye bağırıp kılıcını kayaya vurur Kılıç darbesiyle yarılan kayadan su fışkırır Çok güzel ve şifalı olan su askerlerin yorgunluğunu giderir Dinlenen ordu bir Cuma günü kaleye saldırır ve kale zapt edilir Şehitler arasında Çavuşbaşı da vardır Bugün Afyonkarahisar‘ ın Çavuşbaş mahallesindeki Olucak suyu güzel bir memba suyu olarak vatandaşlarca içilmektedir Olucak çeşmesinin karşısındaki Çavuş Dede mezarı dertlilerin derman aradıkları, adaklar adadıkları küçük bir türbe olarak varlığını korumaktadır.karahisar kalesi
  1. Afyon Şehitler kayası efsanesi
    Balkan Türklerinin anlattığı efsanelerden biride Şahitler Kayası Efsanesi'dir.
    Şu dağın eteğinde bir köy, köyün de deli dolu bir çobanı varmış Çobanlığına diyecek yokmuş ama, bir var ki, huyunu suyunu beğenmediklerinin ineğini danasını gütmezmiş Yıllardan bir yıl, bu köye bir kıran girer Sürü koymaz kırar geçirir Köyün ağzını bıçak açmaz Velakin, bizim deli çobanın güttüğü ineklerden birinin burnu bile kanamaz İneklerin bir tüyüne bile zarar gelmez

    Elde iyiler çok ya kötüler de yok değil Çoban, köyün gözü kendi sürüsünün içinde iken “Elemtere fiş, kem gözlere şiş” demeyi akletmez İneklerden birine nazar değer Gülsüm Aba’nın ineği buzağıladıktan üç gün sonra “çat” diye çatlar
    Çoban o akşam dağdan dönünce köyün alt başında bu kara haberi alır, neye uğradığını bilmez Seğirtir oraya gider

    Görür ki ne görsün, sarı inek serilmiş orta yerde yatıyor, yavru buzağı da orta yerde meleyip duruyor Gülsüm Aba dersen, kanı iliği kurumuş, iki eli böğründe kalmış Çoban utana sıkıla:

    -Gül Aba, Gülsüm Aba! Bir kaza belâ savmışsın, bunla geçmiş olsun Veren Allah yine verir Sakın meraklanayım deme Körpeyi düşünüyorsan, onu da bana bırak Ben her sabah omuzuma vurur dağa götürürüm onu Ne sanki yumruk kadar karını var Sabah bir, akşam iki emerse dişleri otu çöpü kesecek olur der

    Dediğini de eder Günlerce buzağayı omuzunda götürür, omuzunda getirir yola yokuşa vurmaz Kendi avucu içinde suyunu içirir, o kadar inek içinde bir yavruyu geçindirir Dizinin dibinden, gözünün önünden ayırmaz Buzağı kısa sürede fıstık gibi olur

    Bir öğle vakti otururken gaflet gelip kısa bir süre dalıverir O ara buzağı takılır bir ineğin peşine tırmanır dağa doğru Çoban gözünü açınca bunu görür fırlar peşine fakat huysuzlanan inek yanındaki danaya boynuzunu takınca zavallı danayı uçurumdan aşağı yuvarlar Çoban yetişip danayı ölümden kurtarır fakat dananın bir ayağı kırılır Gülsüm aba çok üzülür üzüntüsünü belli etmez ama komşuları Gülsüm Aba’nın oğlunu fitlerler

    Oğlan orta yerde ağzına geleni söyleyip çobana bağırır “Yok inek vurduydu, yok
    dağdan yuvarlandıydı, sen bu kavalı kavaklara çal, bu mavalı başkalarına oku, beni kandıramazsın Mutlak deliliğin tutmuş, bir taş atıp sen kırmışsındır Hani şahidin? Kim gördü, seni yalancı deyince çoban ne diyeceğini şaşırır:

    buna şahit der Sonra başını köyün tepesine doğru dikilen koca dağa kaldırarak:
    -Hey dağlar, taşlar! Allah için siz söyleyin, bu böyle olmadı mı? Sarı buzağının ayağını kara öküz vurup kırmadı mı? Diye seslenir

    Olacak olur ya, o anda iki kaya parçası dağdan koparak köyün üstüne doğru
    yuvarlanmaya başlamaz mı Çoban olduğu yerde göğsünü gere gere şahitlerini karşılar ama, ötekiler koydunsa bul yerinde Pabucunu bırakıp kaçan kaçana O günden sonra bu dağın adı “Şahitler Kayası” kalır

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder